Ağız ve Diş sağlığı

DİŞ ÇÜRÜMESİ
Diş çürüklerinin oluşmasında üç temel etmen bulunmaktadır: Duyarlı bir diş yüzeyi, mikroorganizmalar için elverişli yiyecek artıkları, bunların parçalanmasına ve asit oluşumuna yol açacak mikroorganizmaların varlığı. Besinler içinde diş çürümesine en çok neden olanlar karbonhidratlar, yani kabaca, şekerli gıdalardır.
Dişler düzenli olarak fırçalanır ve bakımlarına özen gösterilirse, mikroplar onlara zarar veremezler. Diş çürüğü, dişte oyuklar yaparak dişin yapısını bozan ve kendi kendine iyileşmeyen bir hastalıktır.
Dişler iyi temizlenmeyecek olursa, üzerinde besin artıkları ve mikroplar birikir. Ağız içerisindeki bakteriler yiyecek artıklarındaki şekerli maddeleri kullanarak onu saydam, yapışkan bir madde haline getirir ve dişler üzerine yapışmasını sağlar. Bu birikintilere plak denir. Bu plaklar bakterilerin diş üzerinde tutunmalarını da kolaylaştırırlar. Besinlerin tatlandırılması için kullanılan şekerli maddelerin içinde bulunan asit, dişlere zarar verebilir, ancak bakterilerin kendileri de asit oluşturabilmektedir. Asit diş minesinin erimesine neden olur. Böylece oluşan erime bölgelerinden giren mikroplar kolayca alttaki yumuşak dokuya ulaşabilirler.
Asitler dişin koruyucu tabakası olan diş minesi üzerinde küçük delikçikler oluşturur. Bu delikler giderek genişler ve küçük oyuklar haline gelir. Diş minesinin erimesinden sonra çürük hızla ilerler, alttaki tabakada geniş ve derin bir oyuk meydana getirir. Diş çürüğü diş özüne doğru ilerledikçe dişler ağrımaya başlar. Çürük daha da ilerlerse diş özü bölgesinde ve çene kemiği içerisinde cerahat oluşmaya ve birikmeye başlar. Buna diş apsesi denir. Eğer diş hekimi tarafından daha başlangıcında tedavi edilmeyecek olursa çürük diş için daha zor, karmaşık ve pahalı tedaviler gerekebilir. Diş plağı, diş etlerinin önemli hastalık nedenlerinden biridir. Yemeklerden sonra dişlerin fırçalanması ve diş ipi kullanarak yemek artıklarının çıkarılması dişlerin çürümesini, diş eti hastalıklarının oluşumunu ve ilerlemesini önler.
Dişlerin ağrımaması sağlıklı olduğu anlamına gelmez. Diş ağrısının olması için diş çürüğünün çok ilerlemiş olması gerekir. Diş çürüklerinin tedavi edilebilir dönemde belirlenmesi için ağrı oluşmasını beklemeden senede en az iki kez diş hekimine giderek dişlerin muayene ettirilmesi gerekir. Diş hekimleri gerektiğinde dişlerin filmini çekerek gözle görünmeyen diş oyuklarını da belirleyebilirler.
Diş çürüklerinin erken dönemde tanınması dişlerin kaybedilmesini engelleyebilir veya en azından geciktirebilir. Bu hem sağlık açısından, hem de sosyal ve ekonomik açıdan önemli katkılar sağlar. Ağza takma diş takılmasına olan ihtiyacı azaltır. Hiçbir şey kendi doğal dişlerimizin yerini tutamaz. Kalıcı dişlerin erken dökülmesi beslenme sorunlarına neden olur. Doğal dişlerin uzun süre dayanmasında ağız ve diş bakımının önemi çok büyüktür.
Diş sağlığı açısından sularla aldığımız flor da çok önemlidir. Sularında flor eksikliği olan yerleşim yerlerinde diş çürüklerinin oranı çok artar. Bu nedenle florla ilgili olarak sağlık kuruluşlarının önerilerine uyulmalıdır.
Diş Eti Hastalıkları
Dişin diş eti dışında görünen bölümü diş minesi denilen sert bir tabaka ile kaplanmıştır. Bunun altında daha yumuşak bir yapı vardır. En içte ise diş özü vardır. Burada bol miktarda damar ve sinir bulunur. Diş gövdesi diş etine ve onun altındaki kemiğe girdiği bölümde daralır. Bu bölüme dişin boyun bölümü denir. Çene kemiği içinde kalan bölümüne ise dişin kök bölümü adı verilir. Diş kökü diş yuvasında çene kemiğine özel doku uzantıları ile sıkıca bağlanmıştır. Diş eti hastalıkları, diş çürükleri ağız kokusuna neden olabilir. Ağız kokusu olduğunda nedeni araştırılmalıdır.
Diş eti hastalıkları en önemli diş sağlığı sorunları arasındadır. Ağız hijyeninin bozukluğu ile yakından ilişkilidir. Başlangıç döneminden itibaren diş etleri kolay kanar. Diş eti kanamalarında diş hekimi muayenesi zorunludur. Diş etleri, diş yuvaları ve ağız tabanındaki iltihaplanmalar genel olarak diş eti hastalığı olarak bilinmektedir. Diş üzerindeki plaklar bunun en önemli nedenidir. Tedavi edilmeyen diş eti iltihapları çene kemiğinin de iltihaplanmasına ve zarar görmesine yol açabilir.
Diş çürüğü, diş eti hastalıkları, sinüzit, bademcik iltihabı, solunum sistemi hastalıkları, sindirim sorunları, ağız bakım yetersizliği ağız kokusuna neden olabilir. Bu hal, sosyal ilişkileri de etkiler. Bazı metabolizma hastalıkları da ağızda kendine özgü kokular yapabilir.
Ağız ve Diş Sağlığı Nasıl Korunur?

Diş hastalıkları ve diş sağlığının korunması açısından erken tanı çok önemlidir. Bu nedenle yılda en az iki kez diş hekimine muayene olunması önerilir.
Diş çürümelerinin önlenmesinde sularda yeterli flor olması, düzenli olarak dişlerin fırçalanması, diş ipi kullanılması, aşırı tatlı ve şekerli yiyeceklerden olabildiğince kaçınma bunlar yendiğinde mutlaka dişlerin fırçalanması, diş hekimi kontrollerine gidilmesi temel uygulamalardır. Diş eti hastalıklarının önlenmesinde de diş fırçalama ve düzenli diş hekimi kontrolleri önemlidir.
Dişlerde gelişim bozuklukları varsa erken dönemde özel diş hekimliği dallarında uzmanlaşmış birimlere başvurularak gerekli tedavi sağlanmalıdır.
Aşırı asitli ve şekerli yiyecekler mikroorganizmaların etkisini artırır. Dişler sert cisimlerle karıştırılmamalı, fındık, ceviz vb. kabuklu yiyecekler dişlerle kırılmamalıdır. Bunlar diş minesinin çatlamasına ve bakterilerin etkisinin artmasına neden olur. Diş minesinin koruyucu etkisi ortadan kalkar.
Diş Fırçalama Tekniği
Dişlerimizi korumanın en etkili yolu düzenli olarak fırçalamaktır. Diş fırçalamanın ilk adımı doğru fırça seçimidir. En uygun fırça naylon ve orta sertlikteki fırçalardır. Ağız içinde kolay hareket ettirilmesi ve arka dişlere rahat ulaşabilme açısından fırçanın kafasının fazla büyük olmaması tercih edilir. Uygun fırça seçildikten sonra dişler en az günde iki kere düzenli olarak fırçalanır. Diş macunu ağza verdiği hoşa giden koku ve his nedeniyle diş fırçalanmasını kolaylaştırır. Diş parlatma tozları diş hekimi önerisi olmadıkça kullanılmamalıdır. Aşırı kullanımlar diş sağlığı açısından zararlıdır.
Diş fırçalanmasında fırçanın duruşu dışındaki temel hareket aynıdır: Fırça diş eti çizgisine eğimli olarak yerleştirilir. Bu durum bozulmadan küçük dairesel hareketlerle dişler fırçalanır. Daha sonra fırça, bir fırça boyu kadar kaydırılarak fırçalama sürdürülür.
1. Diş fırçası 45 derecelik açı yapacak biçimde tutulur ve diş eti hizasından başlanarak ağız boşluğuna doğru fırçalamaya başlanır. Dış yüzeylerden başlayan fırçalama sert darbeler halinde değil, yumuşak ve daireler çizecek biçimde, ön dişlerden arka dişlere doğru yapılmalıdır.
2. Daha sonra dişlerin iç yüzeyleri aynı şekilde fırçalanır. Bu işlemde fırça eğik tutularak, diş etinden ağız boşluğuna doğru hareket ettirilir.
3. Daha sonra dişlerin çiğneme yüzeyleri fırça düz olarak ileri geri hareket ettirilerek fırçalanır.
Fırçalama işleminin en az iki-üç dakika sürmesi gerekir. Sağlıklı diş etleri fırçalama sırasında kanamaz.
Diş fırçası kişiye ait bir araçtır, başkalarıyla paylaşılmaz. Diş fırçaları birkaç ayda bir, en geç altı ayda değiştirilmelidir. Gerektiğinde ara yüzlerin etkin olarak fırçalanmasını sağlamak üzere ara yüz fırçaları kullanılır. Bunlarla ilgili önerilerini almak üzere diş hekimine başvurmak gereklidir.
Diş ipi kullanımı
Diş ipi, diş aralarında kalan yiyecek artıklarının uzaklaştırılması açısından çok yararlı bir araçtır. Çok küçük yaşlardan başlanarak uygun diş fırçalama ve diş ipi kullanma tekniklerinin öğrenilmesi gerekmektedir.
Dişler fırçalandıktan sonra diş ve diş eti çizgisi ile dişler arasında kalan yemek artıklarının temizlenmesi için diş ipi kullanılır. Bu artıklar en önemli çürük nedenlerindendir.
1. Otuz santimetre kadar diş ipi alınır. Diş ipinin bir bölümü bir elin orta parmağına diğer ucu da diğer elin orta parmağına dolanır. İpin bir bölümü ortada kalmalıdır.
2. Ortada kalan ip bölümü işaret parmağı ile geriye doğru itilir.İp, dişler arasından geçirilir. Bu hareket sırasında sert olunmamalıdır. İp diş etine kadar indirildikten sonra ağız boşluğuna doğru diş aralarını sıyıracak biçimde indirilir. Bu sırada diş etinin kesilmemesine özen gösterilmelidir.
3. Aynı uygulama diğer bir parça ip alınarak alt dişler için de tekrarlanır.

Devamını Oku!

EMPATİ KURMAK


Dünyanın önde gelen siyaset bilimcileri Obama’nın karizmasını oluşturan üç temel özelliğin, cesaret, mizah duygusu ve empati olduğunu söylediler.

Seçim öncesi yapılan araştırmalara göre, ABD seçmeni, Obama’nın insanları iyi anladığını, kendisini seçmenin yerine koyabildiğini düşünüyordu.

Bizim atalarımız “tok açın halinden anlamaz” derler. Anlayana da bugünün dünyasında, empati kurabilen insan diyorlar.

Geleneksel olarak empati kurma yeteneği kadınlara atfedilen, erkeklere yakıştırılmayan bir anlayıştı. Erkek dediğin, başkasını anlamak yerine kendi bildiğini yapan, gücünü kabul ettiren olmalıydı. Duyarlılık kadında olduğu zaman iyi, erkekte olduğu zaman zayıflıktı.

Bundan 25 sene önce, insanın karar alırken duygularından ve sezgilerinden ne kadar çok yararlandığı henüz bilimsel olarak kanıtlanmamıştı.

Ayrıca neredeyse herkes, zekânın sadece “sayısal ve sözel zekâdan” ibaret olduğunu, başka bir zekâ türünün olmadığını sanıyordu.

Zekânın sadece sayısal ve sözel değil, daha farklı türlerinin de olduğunu Howard Gardner çoklu zekâ kavramını ortaya attığı zaman öğrendik. Meğerse hepimizin doğuştan sahip olduğu 7-8 zekâ türü varmış.

Bizim geleneksel eğitim sistemimiz hala, sözel ve sayısal alanlarda başarı gösteremeyen öğrencileri -sahip oldukları diğer yetenekleri görmezden gelerek- “öğrenme özürlü”olarak nitelendirmeye devam ediyor.

Prof. Gardner uzun yıllar süren çalışmalarına dayanarak “tekli zekâ” anlayışla taban tabana zıt, yeni bir zekâ tarifi geliştirdi. Ona göre her insanın kendine özgü bir zekâ profili vardı, her insan kendine özgü bir zekâ karışımına sahipti. Kiminin sözel zekâsı gelişkinken, kiminin müzik zekâsı daha belirgindi. Bazılarının güçlü bir vücut zekâsı vardı, bazılarının ise uzamsal zekâları daha kuvvetliydi.

Gardner, insanların sahip oldukları farklı zekâ türlerine göre; farklı öğrenme, problem çözme ve iletişim kurma yöntemleri geliştirdiklerini ve güçlü olan zekâlarını daha çok kullandıklarını ispat etti. Bunlardan birisi de kişiler arası ilişkileri düzenleyen zekâ türüydü. Bir başka Harvard profesörü Dr. Daniel Goleman, bu zekâ türüne “duygusal zekâ” ismini verdi.

Duygusal zekâ teorisinin ortaya atıldığı tarih, bu kavrama herkesin ilgi göstermeye hazır olduğu bir tarihti. Victor Hugo’nun dediği gibi, “zamanı gelmiş bir fikirden daha güçlü bir şey yoktu.” Duygusal zeka kavramı birden bire yüksek bir popülarite kazandı. Herkes duygusal zekâdan bahseder olmuştu.

90’lı yılların başında kullanılmaya başlanan FMRI ve PET SCAN teknolojileri sayesinde hep esrarengiz bir sır olarak kalmış olan kafatasımızın içinde olup bitenler artık naklen izlenir olmuştu. Beynimizin; biz düşünürken, gülerken ya da karar alırken nasıl çalıştığını artık görüyorduk.

Gardner’in 80li yılların başında ortaya attığı çoklu zekâ teorisi, bu teknolojiler sayesinde bilimsel destek buldu.

Duygusal Zekâ kitabıyla ünlenen Goleman’a göre, duygularının farkında olmayan ve duygularını yönetemeyen kişiler, akıllarını da yönetemezlerdi. Bu insanların başaralı olma ihtimali yoktu.

Çocukların kendilerini acı çeken insanların yerine koyabilme ve onların ne hissettiklerini anlayabilme yetenekleri vardır. Bu nedenle bir çocuk ağlayınca, öteki de ağlamaya başlar; ama büyürken bu yeteneğimizi (zekâmızı) köreltmek için elimizden geleni yapıyoruz. Özellikle erkekler, ne kadar başkalarının hissettiklerine duyarsız olurlarsa o kadar erkek olduklarını sanıyorlar.

Kendisinin ne hissettiğini bilmeyen insanlar, çevresindekilerin ne hissettiğini hiç bilmezler. İletişiminin özünü oluşturan duygusal notaları duymaz, aslında çok şey ifade eden basit bir duruşun, kısa süren bir sessizliğin, her şeyi açığa vuran bir göz kaymasının ne anlama geldiğini anlamazlar.

Goleman, başkalarının nasıl hissettiğini anlayamamayı insanlık açısından acıklı bir durum olarak değerlendiriyor.

Başkalarının ne hissettiğini anlayabilmek; satıcılık ya da yöneticilikten gönül meselelerine, ebeveynlikten siyasi başarıya kadar, hayatın bütün alanlarında başrolü oynuyor.

Bir insanı anlamak ve kendini onun yerine koymak, o kişiye sempati duymak veya onu sevmek anlamına gelmez.

Empati kurmak karşıdakinin duygu ve düşüncelerini anlamak demektir. Bu duyguları onunla birlikte, aynı yoğunlukta yaşamak da değildir. Ne hissettiğini anladığımız kişiyle aynı görüşleri paylaşmamız gerekmez.

Üstelik bir insanı anlamak demek ona hak vermek değildir. Bir insanı çok iyi anlayabilir ama ona hiç hak vermeyebiliriz.

Fakat yine de iletişimin olmazsa olmaz koşulu empati kurmaktır. Yani anlamaktır.

Empati kurmayı başaran insanlar ortak amaç ve hedefleri daha kolay paylaşabiliyorlar. Daha güçlü sosyal ilişkiler kurabiliyorlar. Daha hoşgörülü oluyorlar.

Empati kurma yeteneği yüksek insanlar; daha iyi dost, daha başarılı patron ve karşı konulmaz birer sevgili oluyorlar. İnsanların kalbine dokunuyorlar ve onları bir mıknatıs gibi kendilerine çekiyorlar.

Başkalarının ne hissettiğini sezmeden onlar üzerinde olumlu bir etki bırakmak mümkün değil. Duygusal ipuçlarını okumakta başarısız olan insanlar ne kadar “zeki” olurlarsa olsunlar başarılı olamazlar.

Birlikte çalıştığı kişilerin ya da müşterilerin duygularını okuyabilmek bütün başarılı yöneticilerin doğal yeteneğidir. Bu yöneticiler, hem kendi takımlarının hem de müşterilerinin neye ihtiyaç duyduğunu iyi bilirler.

Çalışanların birbirine bağlı olduğu ortamlar, duygusal zekâlarını kullanan insanların çoğunlukta olduğu ortamlardır.

Çalışanların birbirini anladığı ortamların enerjisi ve dinamizmi yüksek, havası daha temizdir.

Empati kanalları açık olan organizasyonlar (Open Empathy Organizations, D. Patnaik), ruh halinden anlayan organizasyonlardır. Bu sebeple herkes organizasyonun ruh halini pozitif tutma gayreti içindedir.

İşyerinde “birbirini anlamanın” temellerini atmak, liderin en önemli işlerinden biridir.

Aslında genel olarak “empati” olarak adlandırılan bu kavramın, pazarlama disiplininin her alanında kendi varlığını gösterdiğine inanıyorum.

Abartarak ifade edeyim, neredeyse bütün yönetim ve pazarlama ilkelerini “empati” penceresinden ele almanın mümkün olduğunu düşünüyorum:

1- Değer odaklı kültürler, korku odaklı kültürlere kıyasla empati kurmada daha başarılıdır. (Korku Kültürü) Korku salarak yönetmek, insanı anlayarak yönetmenin tam tersidir.

2- Tüketicileri ve müşterileri anlamak, sadece araştırma yaptırmakla mümkün değildir. Bu nedenle, pazar araştırmalarının gerçek yaşamdan gelen iç görüleri toplamak üzere yeniden şekillendirilmesi gerektiğine inanıyorum.

Tüketicileri segmentler, profiller, kesimler gibi terimlerle tanımlamanın; bunları oluşturan gerçek insanı unutturduğunu düşünüyorum. Başarılı şirketlerin insanları anlayan, onlara hitap eden şirketler olduğuna inanıyorum.

3- Markamızın; çalışanların ve müşterilerin anlam arayışına karşılık verecek bir deneyim sunmak üzere tasarlanması ve yönetilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu konuda radikal düşünmemiz ve davranmamız gerektiğine inanıyorum. Örneğin, Nike ayakkabı tasarımını bizzat koşucuların desteğiyle tasarlıyor. Biz de kendi işimizde, kapalı kapılar arkasında değil paydaşlarımızla birlikte yaratmanın yollarını bulmalıyız. (Kontrol Kimde) (Biz Benden Akıllıyız)

4- Bugüne kadar liderlerin duygusal zekaları yeterince önemsenmedi. Şimdi ise empati kanalları açık organizasyonlar kurabilmek için liderlerin işe önce kendilerinden başlamaları gerektiği vurgulanıyor. İnsanların ruh hallerine “yabancı” olmayan liderlerin yönettikleri organizasyonlar daha başarılı oluyor. Bu organizasyonlar, değişimi daha iyi algılıyor. Daha enerjik, daha yaratıcı ve daha dinamik oluyor. Dolayısıyla bu tarz şirketler, fırsatları daha iyi değerlendiriyor.

İş hayatı; karşımızdakini anlamak üzerine kurulu bir dünyadır. Anlamadan ne satmak mümkündür ne yönetmek.


Devamını Oku!

Türkiye’de Tekstil Sektörünün Sorunları

Kayıt dışı ekonomi: Tekstil ve giyim sanayinde kayıt dışı faaliyet gösteren şirketlerin çokluğu ve bunların haksız rekabeti önemli bir sorun oluşturuyor.

Kontrolsüz ithalat: İthalatta yaşanan önemli sorun dampingli malların Türkiye’ye girmesini önlemek için alınan tedbirlerin yetersizliği, soruşturmaların ve mahkemelerin uzun sürmesi nedeniyle sektörün haksız rekabetten önemli ölçüde zarara görmesidir.

Teşvik sorunu: Hükümetler bugüne kadar tekstil ve konfeksiyon sektörünü bir stratejiye dayandırmadan teşvik ettiler.

Reel kur: Doğrudan maliyet kalemleri içinde yer almasa da, Türk Lirası’nın son 2 yılda aşırı değer kazanması sektörü etkiliyor.

İşçilik maliyeti: Sektörün maliyetleri içinde işçiliğin payı yüzde 15 civarındayken, bu oran hazır giyimde yüzde 30’a kadar çıkıyor. Hazır giyimin daha fazla emek yoğun olması, bu sektörün emek maliyetinden ve dolayısıyla üretimde küreselleşme sürecinden daha fazla etkilenmesine neden oluyor.

Enerji giderleri: Enerji girdilerindeki yüksek fiyatlar, Türkiye’deki şirketlerin rekabet gücünü olumsuz etkiliyor. Türkiye’de sanayide kullanılan elektrik enerjisi ve doğal gaz fiyatları OECD ülkeleri ortalamalarına ve pek çok gelişmekte olan ülkeye göre yüksek. Son üç yılda üretim maliyetleri yüzde 50 üzerinde artış gösterdi.

Devamını Oku!

Dünyada Tekstil Endüstrisinin Genel Durumu

Dünyada tekstil ekipmanları, kimyasal lif üretimi, makine üretimi, kimyasal madde ve boyar madde üretimi olarak, 4 ana grupta sınıflandırılabilir. Dünyadaki endüstriyelleşmiş pek çok ülke, önce bu alanlarda yatırım yaparak, diğer endüstri dallarına atılıyor.

Geçmişte, ABD ve İngiltere gibi gelişmiş ülkeler, tekstil makineleri üretiminde öncülük yaptıktan sonra, çalışmalarını gelişen şartlar doğrultusunda başka alanlara kaydırdı. Bugün ise İsviçre, Almanya, İtalya, Japonya gibi ülkelerin tekstil makine üretiminde tek başına pazarı elde tuttukları söylenebilir.

Gelişmekte olan ülkeler, pamuk vb. doğal lif, iplik ve tekstil üretimi ile gelişmiş ülke pazarlarını zorlarken, gelişmiş ülkeler kimyasal lif üretimine yönelik faaliyetlerini arttırdılar ve doğal lifli ürünlere alternatif yapay kimyasal lifli ürünlerin üretimine başladılar. Bu geçiş aslında 1945’li yıllardan sonra, savaş sonrası Ar-Ge çalışmalarının patlamasıyla gerçekleşti ve birçok ülkede etkileri görüldü. Naylonun çıkması bunun doğal liflerle kullanılarak dayanıklı ve daha az buruşan kumaş özelliklerinin geliştirilmesi, diğer gelişme alanlarını da açtı. Dünya tekstil üreticilerini bu alanda da yapay lif üreticileri ve doğal lif üreticileri olarak ayırabiliriz. 3’üncü dünya ülkelerini de doğal lif üreticileri olarak karşımıza çıkıyor. Çin, Hindistan ve Türkiye bu ülkelerden birkaçı… Büyük bir pamuk üreticisi olan Türkiye, GAP projesinin hayata geçmesiyle çok daha fazla üretim yapabilecek. Ancak bu ürünlerin tekstil ürününe dönüşmesinde kimi zorluklarla karşılaşılabilir.

Türk tekstil endüstrisi makine, kimyasal malzeme ve boyalar açısından dışarıya bağımlı bir durumda. Boya konusunda hakim olan ülkelerin yanına (İsviçre, Almanya, İngiltere) son yıllarda Doğu Asya’dan katılımlar olduğu görülüyor. Bunlardan biri Çin, diğeri ise yine büyük bir pamuk üreticisi olan Hindistan. Bu ülke, birkaç yıl önce yaptığı atılımla boya sektörüne de girdi. Ancak, endüstrisi gelişmiş ülkeler, pazarı başka bir ülkeye kaptırmamak için tarife dışı engeller koydular. Hindistan’da üretilen boyaların kanser yapıcı etkileri olduğu öne sürüldü ve bu boyalarla üretilen kumaşların ülkelere girmesi yasaklandı.

Dolayısıyla, gerek yurtdışından sağlanan maddelerin kontrolü, gerek Hindistan gibi yeni bir teknoloji alanına girilmesinin gerekliliği yanında, Türkiye’nin, bu alanlarda belli standartları sağlaması ve engelleri aşması gerekiyor. Bu ise, ekolojik üretim ve kontrol sistemleriyle sağlanabilir. Bunları sağlamak için de, tıp, genetik gibi başka alanlarla da çalışmalar yapılması ve kuruluşlar arasında koordinasyon sağlanması gerekiyor. Ekolojik üretimin başka bir yönü de doğal kaynaklar olarak karşımıza çıkıyor. Tekstil, her ne kadar kimyasal maddeler açısından gelişmişse de, çevrenin önemli olduğu, doğal kaynak girdili bir endüstri olarak çalışıyor. Bu nedenle üretimde ülke girdi çıktısı göz önünde bulundurulurken, çevre girdi ve çıktısı da önemle izlenmeli.

Ancak bu verilerle değerlendirme yaparken, dünyada ve onun etkisiyle Türkiye’de son dönemde yaşanan ekonomik krizin yansımalarını taşımadığını da hesaba katmak gerekiyor.

Devamını Oku!

MODERN ÇAĞIN SİNSİ HASTALIĞI GASTRİT

Midede yanma, ağrı, bulantı, şişkinlik, geğirme, hazımsızlık… Hemen hemen herkes hayatının belli dönemlerinde bu tür şikayetlerden yakınır. Yakın bir zamana kadar mide rahatsızlıklarının başında gelen ülser yerini, son zamanlarda hızlı yaşam, güncel stres, fast food, sigara ve alkol gibi tetikleyici etkenlerle ortaya çıkan gastrit ve reflü gibi rahatsızlıklara bıraktı.
Gastrit ve reflü, bazen nefes alma güçlüğü yaşatmaları yüzünden astımla, bazen de göğüs ağrısı yaratmaları sebebiyle kalp rahatsızlılarıyla karıştırılıyor.
Gastrit zamanla ülsere dönüşebilir
Ağız yoluyla alınan yiyecekler ilk olarak ağız boşluğunda çiğnenip bir takım enzimlerle sindirilmeye başlar. Ardından yemek borusu aracılığıyla lokmalar mideye gelir. Mideye alınan gıdalar “kimus” adı verilen jöle kıvamındaki küçük paketçikler halinde ince bağırsağın ilk bölümü olan on iki parmak bağırsağına gelir. Yiyeceklerin organlar arasındaki bu hareketi pristaltik hareketlerle sağlanır. Midenin iç yüzü mukoza adındaki tabaka ile kaplıdır. Mukoza tabakasındaki değişik hücre çeşitleri sindirimde gerekli olan hidroklorik asit, pepsin gibi sindirim enzimleri ve bazı hormonları salgılar. Gastrit, mide mukozasının iltihabıdır ve sıklıkla kronik şekilde gözlemlenebilen gastritin, akut formu da görülür. Ülsere göre daha yüzeysel olan gastrit, zamanla derinleşerek ülsere geçiş yapabilir. Gastriti; genel olarak mikrobik nedenlere bağlı gastrit, ilaçlar ve kimyasal maddeler, alkol gibi sebeplere bağlı gastrit olarak üç başlık altında inceleyebiliriz.
Alkol, sigara, stres hastalığı tetikliyor
Gastritin en önemli nedenleri arasında helicobakter pylori enfeksiyonu yer alır. Bu bakterinin çocukluk çağlarında vücuda alındığı ve yıllarca barındığı düşünülür. Ayrıca beslenme alışkanlığı gastrit oluşumunun en önemli faktörlerinden biridir. Kötü ve gelişigüzel beslenme, alkol kullanımı mukozayı tahriş ederek gastrite neden olur.sigara kullanımı ise mide üzerindeki asit salınımını arttırarak mukozaya zarar verir ve gastrite neden olur. Güncel stresler de gastritte önemli etkendir. Bir takım ilaçlarda mideyi tahrip edebilir. Bunların arasında bazı ağrı kesiciler gelir.
Sebebe göre tedavi yöntemleri
Kronik gastrit, genelde çok az belirti verir ya da belirti vermeden seyreder. Uzun süre mide iltihabı yüzünden karnın üst tarafında ağrı, mide bulantısı ve kusma meydana gelebilir. Ayrıca geğirti, şişkenlik ve iştah kapanması görülebilir. Akut gastritte midede yanma, basınç ve ağrı görülür. Hastalar aç karnına ağrının arttığını, yemekle azaldığını ifade eder. Bulantı ve kusma bunlara eşlik edebilir. İlaç ve alkol mide yüzeyinde yaralara neden olabilir. Gastritin kesin teşhisi için endoskopiyle mideden alınacak parçanın patalojik incelemesinin yapılması gerekir. Gastrit tedavisi sebebe göre yapılır. Çoğu zaman mide asidinin azaltılması şikayetlerin hafiflemesini sağlar. İlaç tedavisiyle birlikte, diyet tedavisi de uygulanır. Sigara ve alkol kullanımının mutlak kesilmesi gerekir. Gastrit tedavisinde dikkat edilmesi gereken bir diğer husus mideyi yoracak yiyeceklerin kullanılmamasıdır. Mideyi yormamak için hazmedilmesi zor olan besinler olan lahana ve baklagillerden, karbonik asit içeren içecekler olan kola, gazoz ve limonatadan, tatlı ve yağlı yiyecekler sınıfına giren kebap ve pastadan, hızlı yemek yemeden, hareketsizlikten, stres, endişe ve mide rahatsızlıklarında uzak durulması gerekir. Bu tedavilerin yanı sıra bir takım bitkiler de hem iyileşme sürecinin, hem de sindirim sisteminin rahatlaması açısından hastalara yardımcı olabilir. Örneğin rezene anti-bakteriyel etkisiyle beraber fazla gazların giderilmesine yardımcı olur. Rezene ile aynı etkilere sahip olan anason ise ayrıca hazmı kolaylaştırıcı etkiye sahiptir. Papatya mideyi dinlendirip rahatlatırken, nane ise midedeki şişkinliği alarak hazmı kolaylaştırır. Nanenin ayrıca dezenfekte edici ve gaz oluşumunu önleyici etkisi bulunmaktadır.

Devamını Oku!

Lider Kimdir? Yöneticiden Farkı Nedir?

Liderlik, başarılı bir yöneticinin sahip olması gereken unsurlardan yalnızca biridir. O nedenle, liderlikle yöneticilik arasında ayrım yapabilmek şart.

Yöneticinin temel amacı nedir? Elbette şirketin toplam üretimini ve satışları artırmak, maliyetlerde etkinliğini sağlamak. Bu amaca yönelik olarak, yöneticinin kullanacağı yöntemler şunlardır:

* Organizasyon

* Planlama

* İnsan kaynakları

* Yönetim

* Denetim

Liderlik, bu saydıklarımızdan ’yönetim’ kapsamında yer alan en önemli unsurdur; ama gördüğünüz gibi, iyi bir yönetici olmaya yetmez. Kimi durumlarda liderlik şart bile olmayabilir. Örneğin? Örneğin, motivasyonu kendi içinde sağlayan gruplar tek bir lidere ihtiyaç duymayabilirler...

Ama yine de, son yıllarda çokça yazıldığı gibi, lider ile yönetici arasında farklılıklar olduğu da doğrudur. Yöneticiler, işleri yapılması gerektiği gibi yaparlarken; liderler ’doğru işler’ yaparlar. Bu, yöneticilerin, şirketi ’kitapta yazdığı biçimde’ yönetirken, liderlerin, sonuçta şirketin yararına olacak biçimde, kendi sezgilerini izledikleri anlamına gelir.
Bu tanımın bir başka sonucu, bir liderin, yöneticiye oranla, daha güçlü bir duygusal zekaya sahip olmasıdır.

Öte yandan, liderler, “yöneticilik kitabında” yazılanları sorgular. Kararlarını, yıllardır söylene gelen doğrulara dayanarak değil, şirkete ve pazara ilişkin somut rakamlara dayanarak alırlar. Ve bunun sonucu olarak da, yenilik yanlısıdırlar.

Lider Yönetir, Yönetici Takip Edilir
Lider takip edilir, yönetici ise yönetir. Gerçekten de, lider, ’doğal olarak’ takip edilirken, yöneticinin kurallarına ise ’uyulur.’ Yönetici, şirket içindeki otoritesini zaman içinde ve şirketin başarısına bağlı olarak oluşturur. Liderin ise yöneticilik yetenekleri yeterli olmayabilir ama başından beri, çalışanlar onun arkasında kenetlenmiştir.

Yöneticiler genellikle kendi alanlarında deneyimli ve şirketin her bir bölümünün nasıl çalıştığını bilen insanlardan oluşur. Liderler ise, genellikle, şirkete yeni, cesur, taze fikirlerle gelen ama şirketin yapısı hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olmayan insanlardan.

Yöneticilik ve liderlik, şirket çalışanları organize etmenin iki farklı biçimidir. Yöneticiler, formel ve rasyonel yöntemler kullanarak, organizasyonu sağlarken, liderler ise duygularından yararlanırlar.

Devamını Oku!

Nasıl İhracatçı olursunuz?

İhracatçı ihraç edeceği mala göre ilgili ihracatçı birliğine üye olan, gerçek usulde vergiye tabii (tek vergi numarası sahibi) gerçek ve tüzel kişi tacirler, esnaf ve sanatkâr odalarına kayıtlı olup, üretim faaliyeti ile iştigal eden esnaf ve sanatkârlar ile Joint-venture ve konsorsiyumlar İhracat Yönetmeliği’nde tanımlanmıştır.

İhracatçı olmak için herhangi bir belge veya izin sertifikası sahibi olmak gerekmemektedir.İhraç edilecek ürünle ilgili ihracatçı birliğine (İhraç edeceği ürüne göre, Türkiye’de 22 madde birliği bazında örgütlenmiş 58 ihracatçı birliğinden birine üye olduğunda ihracatçı niteliği kazanmış olur ve ihracat yapabilir.) üye olmaları gerekmektedir.

Bu çerçevede ihracat yapmak için İhracatçı Birlikleri Genel Sekreterliği’ne üye olmak isteyenlerden, Ticaret Sicil Gazetesi ve tek vergi numarası sahibi olduğunu tevsik eden belgeler ve noterden tasdikli imza sirküleleri istenmektedir. Üyelik işlemini gerçekleştirenler İhracat Yönetmeliği ve uygulama Tebliğlerine uygun olarak ihracatlarını gerçekleştirilmektedir.

Kaynak :Bu yazı, İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi (İGEME) yayını “İhracat Prosedürlerini Biliyor musunuz?” kitabından derlenmiştir.


Devamını Oku!

TOP 10 MOVIES 2009

  • Avatar
  • Law Abiding Citizen
  • Brothers
  • Gamer
  • Broken Embraces
  • Jennifer's Body
  • A Perfect Getaway
  • The ugly Truth
  • He is just not that into you
  • Feast of Love

MUTLAKA İZLEYİN

  • WHITE NIGHT
  • WHITE VENGEANCE
  • TRUE LEGEND
  • THE SORCERER AND THE WHITE SNAKE
  • THE RETURN OF CHEN ZHEN
  • THE LOST BLADESMAN
  • THE FLOWERWS OF WAR
  • IP MAN 1-2
  • SWORDSMEN
  • A MOMENT TO REMEMBER

TV-Diziler

  • The Mentalist
  • Friday Night Lights (NFL)
  • The O.C.
  • How i met your mother
  • The Tudors
  • Entourage
  • Californication
  • Prison Break
  • Battlestar Galactica